21. Yüzyılda Müzisyen Olmak

Loading

Uzun bir aradan sonra herkese yeniden kucak dolusu selamlar! Bu makalemde çok ama çok farklı bir konuya değineceğim.

Makalemi yazmaya başlamadan önce uzun bir süre düşündüm; konu ne olsun diye… ama sonunda ele alacağım konuyu buldum. 21. Yüzyıl’da müzisyen olmak! Evet, evet! Yanlış duymadınız; 21. Yüzyıl’da müzisyen olmanın avantajları ve dezavantajlarını ele alacağım.

Konuya girmeden önce ufak bir önsöz eklemek isterim: Gerek Taş Çağı’nda, gerek Maden Çağı’nda insanlar; avladıkları hayvanların derilerinden, kemiklerinden enstrüman yapıp müziğini icra ediyorlardı. Misâl; hayvanların derilerimi gererek davul yapıp çalabiliyorlardı ve yine hayvanların kemiklerinden kaval yapıp çalabiliyorlardı.

Sonra zaman ilerlemeye başladı ve nihayetinde Rönesans Dönemi’nde müzik icrası, yeni hâl aldı fakat müzisyenler, sadece dini müzikler (İng. Sacred Music) – yani ilahiler – bestelebiliyorlardı. Bu dini müzikler; kiliselerde icra ediliyordu.

Müzik, daha sonra Barok Dönem’de daha da yeni hâl almıştı. Yani; bu dönemde farklı müzik formları ortaya çıkmıştı – misâl; Prelüd ve Füg, Süit, Partita, Pasakalya (İt. Passacaglia), Toccata, Oratoryolar, Operalar, Oda Sonatları (İng. Chamber Sonata, İt. Sonata da Camera), Kilise Sonatları (İng. Church Sonata, İt. Sonata da Chiesa), Konçerto gibi – ve müzik, daha da laik bir duruma gelmişti. Ancak; bu müzikler krallar, kraliçeler, dükler, düşesler için yapılmaktaydı. Bu dönemdeki müzik yapmanın dezavntajı ise müziğin özgürleşmemesi idi… ilerleyen vakitlerde müzik, daha da özgür hâl almaya başlamıştı.

Böylece Klasik Dönem’de müzik, daha da mükemmel bir hâle geldi. Bununla birlikte Sonat, Rondo formları; yine bununla birlikte Duo, trio, quartet, quintet için eserler ve senfoniler bestelenmeye başlanmıştı. Klasik Dönem’de de müzik enstrümanları, çok gelişmişti ve yeni hâlini almıştı.

Romantik Dönem ve Çağdaş Dönem’de (yani 20. Yüzyıl ve 21. Yüzyıllarda) klasik müzik, daha da özgürleşti ve farklı akımlar ortaya çıkmıştı: Empresyonizm, Minimalizm, Kübizm, Neoklasizm, Neobarokizm, Neoromantizm, Ekspresyonizm, On İki Ton müziği, Post Modernizm, Puantilizm, Mikrotonalizm, Folklorizm gibi akımlar bunlara birer örnektir.

Bu dönemde müzisyenler; tonal yahut atonal eserler besteleyebiliyor ve icra edebiliyor – ki bu müzisyenlerin ve bestecilerin takdirine kalmış bir durumdur – ve sadece bunlarla sınırlı değil; bu dönemde de yeni enstrümanlar ortaya çıkmıştır. Misâl; Theremin, Oktobas (Kontrbas’ın bir büyüğü), elektronikler (önceki makalelerimde belirtmiştim ama örnek vereceğim: MAX / MSP, Ableton Live gibi programlar) bunlara birer örnektir.

Bunlarla birlikte bütün ülkelerde müzik okulları da mevcuttur. Her neyse: daha fazla uzatmadan direkt makaleme geçelim…

21. Yüzyılda Müzisyen Olmanın Artı ve Eksi Yönleri

Şimdi geldik asıl konuya… bu yüzyılda müzisyen olmak, aslında hem kolay hem de zordur. Tabii bu müzisyenlerden müzisyenlere göre değişebiliyor. Bütün ülkelerde senfoni, oda ve filarmoni orkestraları; ve müzisyen, besteci, orkestra şefi, şancı yetiştiren konservatuvarlar mevcuttur. Bu yüzyılda müzisyen olmanın en büyük avantajı; müzisyenlerin konserlerden kazandığı maddi kazançların olmasıdır ama konserlerden gelen kazançların akıbeti belli olmuyor. Bu durumda da müzisyenler; ek iş olarak – gerek konservatuvarlarda, gerek sanat kurslarında, gerek bağımsız olarak – enstrüman eğitmenliği görevini de ifa ediyor. Türkiye’deki senfoni orkestraları – Misâl; İDSO (İstanbul), CSO (Ankara), İzDSO (İzmir), BBDSO (Bursa), ADSO (Antalya), ÇDSO (Adana) gibi – opera ve baleler – misâl İDOB (İstanbul), Ankara DOB (Ankara), İzDOB (İzmir), Mersin DOB (Mersin), Antalya DOB (Antalya), SAMDOB (Samnsun) gibi – ayda veya yılda 1 – 2 defa müzisyenler, şancılar için kadrolu sanatçı ya da sözleşmeli sanatçı kontenjanı açmakta… Türkiye’de sadece devletin senfoni orkestraları yoktur, aynı zamanda da özel sermayeli ve belediyelere ait oda, senfoni ve filarmoni orkesraları da vardır. Misâl; Tekfen Filarmoni Orkestrası, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası (CRRSO, İstanbul), Ahmed Adnan Saygun Senfoni Orkestrası (AASSO, İzmir), Olten Filarmoni Orkestrası, ÇYDD Gençlik Senfoni Orkestrası gibi orkestralar bunlara örnektir. Bu orkestrada kadrolu yahut sözleşmeli sanatçı olanlar, çok şanslıdır diyebiliriz çünkü; oradaki kazanç, çok ama çok yüksektir ve bu orkestralar, yurt dışına turneler de düzenlemektedir. Benim şahsi düşüncem; biz müzisyenlere, bestecilere, orkestra şeflerine, şancılara verilen maaş olsun, hibe olsun, burs olsun; maddi destekler mutlaka arttırılmalıdır; konser salonlarının sayısı arttırılmalıdır; senfoni orkestralarının, opera ve balelerin sayısı arttırılmalıdır ve en önemlisi; bu ülkede sanata ve müzisyenlere çok önem verilmelidir.

Ulu Önder’imiz Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün meşhur birkaç sözü vardır: “Sanatsız bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” “Efendiler! Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta reis-i cumhur olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız.” “Sanatçı, el öpmez. Sanatçının eli öpülür.” Her neyse, konumuzu dağıtmayalım… müzik eğitimi konusuna gelince; daha önce de belirtmiş olduğum gibi Türkiye’de konservatuvarlar mevcuttur. Kimi konservatuvarlar Klasik Müzik eğitimi verir, kimi Türk Musıkîsi eğitimi verir, kimi hem Türk Musıkîsi ve Klasik Müzik eğitimi verir; tabii bu durum, konservatuvarlardan konservatuvarlara göre değişkendir. Ben, Türkiye’deki Klasik Müzik eğitimini ele alacağım. Türkiye’de klasik müzik eğitiminin kökü 1930’lu yıllara dayanmaktadır. İlk müzik okulu; Musiki Muallim Mektebi’dir ve ismi 1934’te Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı olmuştur. Akabinde; köklü müzik okulları kervanına Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı (İstanbul), Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Devlet Konservatuvarı (İzmir) ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (İstanbul) da katılmıştır ve konservatuvarların sayısı, yıllar geçtikçe artmıştır. Bununla birlikte bazı vakıf üniversitesi de konservatuvarlar açmıştır. Meselâ; Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Müzik ve Sahne Sanatları bölümleri (Ankara), Başkent Üniversitesi Konservatuvar (Ankara), Bahçeşehir Üniversitesi Konservatuvar (İstanbul), Maltepe Üniversitesi Konservatuvar (İstanbul), Yaşar Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü (İzmir) – ki ben, oraya 2016 senesinde yarı bursla kabul edilmiştim ve oradan  2021 senesinde mezun olmuştum. – bunlara birer örnektir.

Türkiye’de konservatuvar mezunu herhangi bir müzisyen; az önce de belirtmiş olduğum gibi sadece orkestralarda değil, konservatuvarda akademik personel – Okutman, Uzman, Arşatırma Görevlisi (Arş.Gör.), Doktor Araştırma Görevlisi (Dr.Arş.Gör.), Öğretim Görevlisi (Öğr.Gör.), Doktor Öğretim Üyesi (Dr.Öğr.Üyesi), Yardımcı Doçent (Yard.Doç.), Doçent (Doç.) veyahut Profesör (Prof.) – olarak istihdam edebiliyorlar. Türkiye’deki müzisyenlerin çoğu genellikle lisans, yüksek lisans, sanatta yeterlilik için Avrupa ülkelerini tercih etmektedir. Tercih edilen ülkeler nelerdir, diye soracaksanız; hemen söyleyeyim: Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Finlandiya, Birleşik Krallık, Avusturya ve İsviçre… Lâkin yurtdışında eğitim için dil ve maddi kaynak gerekmektedir. Ayrıca; bu ülkelerde klasik müzik eğitimi, Türkiye’ye göre daha gelişmiş durumdadır çünkü; oradaki müzik okullarında sadece enstrüman bazlı eğitim değil, enstrüman eğitiminin yanında bir de pedagoji eğitimi de verilmektedir. Orada eğitim alan müzisyenler, Türkiye’ye döndüklerinde aldıkları diplomayı denklik belgesine çevirip güzel yerlerde kullanabilirler. Meselâ; akademisyenlik yahut lisansüstü eğitim için… ve öte yandan, Türkiye’de müzik eğitmi gören konservatuvar öğrencileri; eğitimi sırasında Erasmus değişim programlarında da yararlanmaktadırlar. Türkiye’de konservatuvar eğitiminin dezavantajı ise öğrenciye veya hocaya yapılan çeşitli haksızlıkların yaşanmasıdır. Ama vakıf üniversitesi konservatuvarlarında bu tür olaylar, daha azdır. Diğer dezavantaj da Türkiye’deki enstrümanların pahalılığı… Ülkemizde piyanodan tutun yaylı çalgılara (keman, viyola, viyolonsel, kontrbas), yaylı çalgılardan tutun üflemeli çalgılara (flüt, piccolo, obua, korangle, klarinet, bas klarinet, fagot, kontrfagot, Fransız kornosu, trompet, trombon ve tuba) kadar tüm enstrümanların sıfır – yani hiç kullanılmamış – olanları çok pahalıdır. İkinci el olanların fiyatları ise uygundur ama yine pahalıdır. Daha önceki makalelerimde de belirttiğim gibi enstrüman fiyatları; Amerikan Doları ($) üzerinden endekslenmektedir: aynı ev gereçleri, motorlu taşıtlar, akaryakıt gibi… Bazı müzik marketleri (isim vermek istemem), enstrümanları depoya kaldırıp fiyatlar yükseldikten sonra satışa sunarak fırsatçılık ve stokçuluk yapmaktadır. Bu durumda, Türkiye’deki müzisyenler ya yurtdışından enstrüman getirtmekte ya ikinci el enstrüman satın almakta ya d enstrümanları aylık olarak kiralamaktadırlar.

Son olarak şunu eklemek isterim; Türkiye’deki konservatuvar eğitimi biraz daha iyi olabilir. Klasik Müzik enstrümanları ile birlikte tarihsel enstrümanlar (harpsichord, barok keman, barok viyola, barok viyolonsel, viola da gamba vs.) da eklenmelidir ve enstrümancılara, şancılara ve bestecilere pedagoji eğitimi de verilmektedir. Müzisyenlere verilen burslar, hibeler ve maaşlar üzerinde geliştirme yapılmalıdır. Bunun akabinde de sanat merkezleri ve konser salonları, arttırılmalıdır.

Yeniden görüşmek dileği ile esen kalın, müzikle kalın, hoşça kalın. 

5 1 vote
Yazıyı Puanla
Subscribe
Bildir
2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments