Erkan Oğur “Ustalık Sınıfı”

Loading

Erkan Oğur’un Anlatımıyla Hacettepe Gitar Sanat Dalı ”Ustalık Sınıfı” Etkinliği Notları

23-24 Mayıs tarihlerinde Ankara Devlet Konservatuvarı ev sahipliğinde diğer konservatuvar öğrencilerinin de yer aldığı, Hacettepe Gitar Sanat Dalı olarak düzenlenen Erkan Oğur etkinliklerinde Erkan Oğur ile gitara, sanata, Anadolu müzik kültürü ve makam geleneğine dair söyleşi ve ustalık sınıfı yapıldı. A.D.K Konser Salonu’nda gerçekleşen ve iki gün süren etkinliklerde Erkan Oğur’un anlatımından anlık olarak aldığım notları siz okuyucularla paylaşıyorum.

Benim için önce ses vardı, enstrüman ise sonradan geçti elime. Çocukken cümbüş, bağlama, keman gibi enstrümanlarla meşguldüm, ilerleyen yaşlarda-yarım yüzyıl kadar önce sanırım (1976)- gitar çalışırken perdeleri çıkarma ihtiyacı hissettim. Zira, makam sesleri duymaya ihtiyacım vardı. Zamanla klasik gitarın da başka bir boyutu olduğunu gördüm, fakat klasik gitar farklı bir disiplin gerektiriyordu ve o  disipline girmeyi  beceremedim.

Frekans aralıklarını hepimiz renk ya da ses olarak aşağı yukarı algılayabiliyoruz, fakat müzik dilini bilmek eğitim gerektirmektedir. Siz konservatuvarlı olduğunuz için mesela re majör dendiğinde bu kavram sizlere bir şey ifade ediyor olabilir, fakat genelde böylesi bir terminoloji insanlar tarafından bilinmiyor. Eğer matematik dilini de verimli bir biçimde kullanıyor olabilseydik, bu iletişim daha kolay olurdu. Örneğin bir sesi ele aldığımızda bu sesin bir armonik sıralanma içinde yer aldığını varsayıyoruz ve bu frekansın bizde uyandırdığı his her ne ise bu duygu an olarak bizim akortlanmamızı sağlıyor. Bununla beraber bu sesin diğer ses ve akorlarla uyumu ile müziğin sonuçta nasıl ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Müzik yaparken enstrümanlarımızı akortlamak aslında kendimizi akortlamak demektir. Ne duyduğumuz ve duyduğumuzun sonucu olarak ne hissettiğimiz bizim için önemli oluyor…

İnsanlar tampere sistemin yeterli olmadığını sonunda anlayacaklar. Bu sistemin bize önerdiklerinin dışında doğada kaç tane do, kaç tane re, kaç tane mi vs. var? Bu durum bizi doğallıktan uzaklaştırmaz mı? Ya da tampere sistemdeki majör aralığının doğadaki dizilimine göre daha geniş olması gerçeği. Bu da tampereman sistemin sorunlarından biri olarak karşımızda durmaktadır.

Gitar, sürekli akordu bozulan, bu anlamda kulak bozucu bir enstrüman olarak görülebilir, çünkü akordu havadan sudan değişebilecek kadar hassastır, o yüzden sağlam bir akort ile çalınabilmesi için akort sürekli tazelenmelidir. Ama genel olarak üzerindeki tampereman perde sistemi nedeniyle çok fazla entonasyon problemi vardır.

Ben, gitarı akort ederken sıralı mi-si-sol-re-la-mi seslerini yarım ses pesleştirerek kullanıyorum, öyle duymak bana daha iyi geliyor. Entonasyon ve tını benim için çok önemli, çıkardığımız sesler bizim günahımız gibi olmamalı. 

Klasik gitarı bir icracı olarak iyi anladığımı sakın düşünmeyin, ama klasik gitar müziğini hayretle dinlerim ve çok severim. 

Gitar çalması gerçekten çok zordur, gitardan çıkarılan melodiler çok güzeldir ancak bu güzel seslerin hazırlandığı mutfak çok emek ister, ve hayatın kendisi bedeli olabilir. Gitar affetmez, zaman gitardan daha hızlıdır, çok çalışmak şarttır. Kendini dinlemek, engel tanımamak gerekir. 

Puslu, sisli sesleri daha çok seviyorum. Belki de bu tercih yaşam biçimim ile ilgilidir, güvensizliğe bağlı olabilir, bulanıklığa sığınarak bir şeylerden kaçıyor da olabilirim, bilmiyorum. 

Benim için gitar, küçük bir piyano gibi armoniyi ve müziği anlama ve düşünmek için kolay ulaşılan bir enstrümandı. Sonrası ise bir alışkanlık… Gitar ailesini seviyorum, özellikle gençliğimde gitarla diğer çalgılara oranla daha fazla zaman geçirdim. 

Tampere sistemle makam sisteminin ses ilişkileri üzerinden birleşebileceği hatta hepsinin bir bütün olabileceği düşüncesindeyim, böyle bir birleşimi oluşturabilme uzak hedefim de var. Tampere sistemle Anadolu’da bizim aşina olduğumuz ancak adını tam koyamadığım müziğimizi birleştirip, bu yapılar üzerinde emprovizasyon yapmayı seviyorum. Çalarken bazen kapılar tampere sisteme açılıyor. Fakat esas kaynağım Anadolu’daki ve özellikle Doğu Anadolu’daki müzikler ve insan sesleri. Daha çok onlar geliyor içimden. Ama yine de emprovizasyon yaparken ikisinin arasına sıkışıyor gibiyim.

Gitarda kimseyi taklit etmedim fakat bilinçaltımda böyle bir taklit fikri oluşmuş mudur bilemem. Benim zamanımda John Williams, Leo Brouwer, Paco de Lucia, Julian Bream gibi klasik gitar icrası alanında çok iyi bildiğiniz isimler vardı. Yakın zamanda Yamandu Costa, gençlerden ise Celil Refik Kaya çok iyiler. Elektrik gitarda John Scofield var, icrası çok özel, Alan Holdsworth var, nota değil de rakam düşünerek çaldığını sanıyorum, müzikle matematiksel ilişkiler kurmuş adeta, icrasını dinlemesi de, bu icranın teknik olarak çalınması da zor,  onda “lydian modu” ağırlıklı emprovizasyonları duyuyorum. Pat Martino, John Abercrombie gibi müzisyenler jazz gitar müziğinin önemli öncüleridirler.

Beni etkileyen aslında hem kendi bölgem hem de başka bölgelerdeki yerel müzik. Müziği köy düğünlerinde öğrendim ve anladım, geleneksel örf, adet, yemek vs ne varsa müzik de öyle oldu benim için. Mahalli sanatçılardan Hafız Osman, Davulcu Hıdır, Klarinetçi Mehmet Şerif, Enver Demirbağ, Yeniceli Kemal, Hafız Burhan gibi ustaları dinledim. Deyişler ve Alevi müzikleriyle ilgileniyorum; yerli ulu ozanların hem müziklerini hem deyişlerini anlamaya çalışıyorum. Halk dansları ve ritmler etkiliyor beni. Eğer buradan bir insansanız kendi yerel müziğinizi yapmanızı tavsiye ederim. Batı müziği yapacaksanız özellikle kulak ve duyum konusunda iki kat çalışmanız ve bu anlamda özel bir disiplin geliştirmeniz gerekir. Duymayan müzik yapamıyor, ancak taklit edebiliyor. Müzik yapabilmeniz için sesler arasındaki mesafeyi duymanız lazım, dörtlü, beşli, ikili vs bunların duyum ve tınısal renk olarak tanınması gerekiyor, ancak o zaman müzik sesleriyle tarif ve anlatım yapabilmeniz mümkün olur. Müzik aletiyle çalışmak spor gibidir, bir nevi parmak farkındalığıdır ya da kas hafızasıdır. Önce farkındalık gerekir, o zaman doğal çalmak mümkündür. 

Sadece tekrar ile değil de, üzerine hep bir şeyler ekleyerek yani kendine yatırım yaparak çalışmalıdır insan. Yerel müziğimizi, makam müziğimizi küçümsemeden müziğin bir bütün olduğunu düşünüp tüm bu alanlarda ortak çalışmak, tüm bu müzik kültürlerini de özümsemek gerekir. Bu ülke çok zengin, deniz kenarında ayrı, yaylada veya ovada ayrı müzikler var. Neredeyse 5 km’de dans, müzik, yemek, lehçe, örf adet, giyim kuşam değişiyor. En azından görev olarak kendi bölgenizde bir müzik çalışması yapıp, bu çalışmayı müzik literatürüne ekleyin. Müzik geçmişten geliyor onun için önceki müzikleri mutlaka inceleyin, keşfedin. 

Seslerin estetiği ve seslere yaklaşım biçimleri, o müzik neyi anlatacaksa, onun tarif edilebilmesi için önemli oluyor. Mesela bir nota var ve bu notaya geliş biçimleri var; o notaya tiz taraftan ya da pes taraftan yaklaşmamız genel müzikal durumu etkiliyor, bu değişiklikler ise müziğin estetiğini belirliyor. 

Bir albüm çalışması doğum sancısına benzer, hiç de söylendiği gibi “ruhun gıdası” olarak tanımlanacak bir durum yoktur ortada. Öncelikli olarak yöre tavrının ortaya çıkarılması gerekiyor, eğer ilgilendiğiniz müzik sözel müzikse, söze dair içerik müzikten ya da ezgisel yapıdan daha önemli oluyor; bu müzik parçası acaba bu sözlerle ne anlatıyor sorusunun cevabına dikkat ettiğimizde müziği nasıl yapmamız gerektiği de doğal olarak ortaya çıkıyor. Ritm ve hız kontrolü sözlerin açıkça anlaşılması için önemli. Armoni de önemli, armoni rastgele seslerden oluşmamalı, öncelikle sade ve yalın olmalı. Eğer nefsinize hâkim değilseniz, benim gibi süslemeler eklersiniz. Nefsinize hâkimseniz yalın olursunuz. 

Konservatuvarda öğrenim gördüğüm yıllarda o ortam beni motive ediyordu, enstrüman atölyesinde geçiriyordum tüm zamanımı. şimdilerde daha az sesle müzik yapma ihtiyacı duymaktayım. Sessizliğe doğru gidiyorum, toprak çekiyor belki…(gülüyor)

Makam seslerini armoni içinde kullanıyorum. Ancak tampere sistem ile makamsal sistem bazı farklılıklar gösteriyor. Örneğin makam müziğindeki “mi-fa” aralığı bile tampere sisteme nazaran çok dardır aslında, hatta fa mi’nin içinde gibidir. Tampere sistemde çalınan sesler örneğin hicaz makam seslerini de tam karşılamıyor. 

Kayıt konusu önemlidir güncel anlamda. Fakat müzik kayıt işi değildir, yaptığın her müzik biriciktir, bir defa yapılabilir, akar gider. 

Gitarda çarpmalar süslemeler vs. tamperaman dışı sesler gibi duyurulabilir. Flamenko müzikte de böylesi özellikler var. Flamenko müzikle Anadolu müziklerinin (makam müziklerinin) tavır inceliklerine ya da atomik ayrıntılarına kadar girdiğimizde farklı olduğunu görüyoruz, fakat yine de her ikisi de yerel müzik oldukları için birbirlerine benzer, anlatım ve icra benzerlikleri var. Flamenko müzik, çok sevdiğim ama yapamadığım bir müzik. İnsanlar o müziği düşünmeden doğal olarak orada büyüdükleri için çalabiliyorlar. Bizim insanımızın da kendi geleneksel müzikleriyle ilişkileri böyledir. 

Çok neşeli müzikler yapamıyorum. Yaşadığım bölgenin, geldiğim yerin ve memleketin durumuyla ilgili olabilir bu. Ya da kendi halim.

Müzikteki çok küçük aralıklara “mikrotonal” deniliyor fakat aslında böylesi aralıklara “nanotonal” denilmeli kanımca. Zira müziği atomlarına kadar ayırabiliriz ya da herhangi bir tanım gerekmez, her biri özel olan bir durum bu, seslerin ölçülendirilebilme imkanı vardır. Bu konu bizi aşmaktadır.

 Bir deney yapalım:

Sesler; birtakım hisler, armonikler uyandırır insanda, bir sesi deneylemek için başka yere taşıyıp nasıl duyulduğuna bakıyoruz. Ana sesimiz bu olsun (en üst teli çekiyor) bu sesi biraz dinliyorum bunun üzerine emprovizasyon yapıyorum: Sesi yolculuğa çıkardım, hiçbir şey düşünmedim,  kendimi anlık doğaçlamaya bıraktım. Şimdi başka bir sesi dinleyelim (akordu değiştiriyor, tekrar emprovizasyon yapıyor.) Bu ses de başka hisler uyandırıyor insanda. (Tekrar üst teli akort ediyor, değiştiriyor ve doğaçlama yapıyor.) Bunun sonu yok, demek istediğim her ses başka bir yere götürüyor insanı. Bir böylesi var bir de bir sesi alıp her yere gitmek var. Onda da kendini çalmaya bırakabilirsin. Emprovizasyonda anahtar çok önemli, kapı açılmazsa iş zorlaşıyor. Başlangıç açışı önemli sonra ortak notaları yakalayabilirsen başka yerlere gitmek mümkün oluyor. Bazen de olmuyor, çıkmaz yola giriliyor, risk almak gerekiyor. Çalarken düşünmüyorum, bilinçaltı bir akış içindeyim. Müzik sensin, ben ne kadarsam o kadar, o kadarsın işte. Müzikle yaşamak zaten risk, hiç tavsiye etmiyorum. (gülüşmeler) 

Saba makamı içinde çok şey var. Her şeye saba’dan başlansa ne iyi olur, sabahtan yani (gülüşmeler). “Saba’dan “hicaz’a, buradan çıkıp bir başka makama “uşak’a” rastlıyorsun :), konuyu değiştirip “hüseyni’lere” gidebilirsin. Hüseyni makamı en yaygın olan makamdır. Saba çok zengin bir makam.  

4’lü aralıkları temel alarak tüm ezgileri çalabiliriz. 4’lüler en mükemmel aralıklar, onlarla her şeyi yapabilirsiniz. Oktav ya da 2’li ya da 3’lü aralıkları böyle değil, 5’li aralıklar idare eder, diğer aralıkları da arttırmak ya da eksiltmek gerekir, fakat 4’lüler en mükemmel aralıklar. 

Sessizlik diye bir şey yok. Ses ve sessizlik ancak insanın duyum sınırlarının algıladığı bir şekilde var, duyamadığımıza sessizlik diyoruz. Biz müzik yaparken duyum sınırlarımız içinde ses ve sessizlik arasında koordinasyon sağlıyoruz, bazen sessizliği uzatıyoruz, bazen kısaltıyoruz. 

Küçücük bir aralık için ömür geçiyor. Makam müziği yapmak istiyorsanız gazelhanları, iyi tanbur icracılarını, kemençe, ney taksimlerini dinleyebilirsiniz. Gitar tekniklerini, gamları, arpejleri çalışmalısınız. Tanbur icracılarını takip edin, iyi bir kulak ve işitme gerekiyor bu müziği icra edebilmek için. Ben perdelere bakmadan duyarak çalıyorum genellikle. 

(Akustik gitar ile blues çalıyor) Nikriz makamı ile blues arasında bir benzerlik var. İsterseniz bunu perdesiz gitar ile de çalabilirim. “Slide gitar” gibi olacak çaldığım şimdi. (perdesiz gitarla blues çalıyor) Okyanusun bir o tarafına bir bu tarafına geçtik gördüğünüz gibi. Birleştiren nokta, onların blue note dediği, bizim ise bin senelerdir makamlarımızda kullandığımız koma seslerdir.

Soru var mı? Soru varsa sorun yok, soru yoksa sorun var. Sorularınıza fon müziği yapabilirim. 

Müzik her zaman uzaktadır, ona uzanırsın. 

Enstrümanı, tel sayısını vs. çok düşünmeden, kendini belli bir akortla da sınırlamadan, sadece müzik düşünmek gerekir. Akordu değiştirdiğinizde başka bir âlem oluşturur, başka kapılar açarsınız. 3 tel deyip geçmemek lâzım. Müzik özgür bir şey, seslerin kabahati yok, kabahat bizim. Müzik eğlencelidir aynı zamanda, örneğin biz okulda hoca gelmediğinde bestecilik oyunu oynardık. 

Senfoni gibi hayallerim var, çok da senfoni gibi isimlendirmek istemiyorum aslında, demek istediğim büyük ses yığınları ile uğraşmak istiyorum. Ama geldim 70 yaşına, bunlar hayal olarak duruyor bende. 

”Sanatın, bilimin, aklın, ahlakın yüceliği, onun asla senden alınamayacağıdır. Zihninde, kalbinde ve tüm cismindendir.” E.O.

5 1 vote
Yazıyı Puanla
Subscribe
Bildir
2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments